19 Mayıs 2016 Perşembe

Kahır






Çok düşüncesiz bir adam Vahit. O kadar düşüncesiz ki tanısanız nefret edersiniz. Kırarsınız, yerin dibine sokup sokup çıkarsınız. Kelime dağarcığınızı yeniden keşfeder gibi küfredersiniz ona. Fakat sanıldığı gibi değil elbet. Vahit ilkokul 6. sınıftan terk. Okuyamadı değil, okumadı. Dedi ki kendine, bu sistem bana kölelikten başka bir şey öğretmiyor. Sonra girdi bir kuaförün yanına en azından iş öğreneyim dedi.

Vahit’in düşüncesizliği kendine. Kendini düşünmüyor Vahit. Herkesi her defasında kimini az, kimini haddinden çok düşünürdü. Okulda empati diye bir kelime öğrenmişti rehber hocasından. Kendini başkasının yerine koyma, olan şeylere başka bir çerçeveden bakma gibi bir şey. Vahit öyle sevdi ki kelimeyi. Abarttı işi. İyice yaktı beyninin civatalarını.

Vahit kendini başkasının yerine koya koya kendini unuttu. Vahit, unuttu Vahitliğini. Kendini düşünmeyi bıraktı. Nerede bi olay olsa kendini o olayın içinde buldu. Bazen bir şeyler çalan hırsızın yerine koydu kendini. Bazen otobüste parası olmadığı için arkadan binen öğrenciye. Bazen üçgen peynir – simit satan emekli bir adamın yerine. Bazen şoför oldu sürekli arka tarafa ilerleyin diyen, bazen bi sokak bestecisi.

Aslında bakarsanız Vahit civataları annesi yüzünden de yakmış olabilir. Çünkü Vahit annesi her hapşırdığında çok yaşa derdi. Sonra annesi ona –çok yaşayıp da sizin kahrınızı mı çekeceğim- dedi. Vahit kızdı ama aldırmadı. Sonra aynı şey yine tekrarlandı. Yine aynı lafı işitti kulaklarında. Badire üçüncü kere yaşanınca annesini sildi Vahit.

Annesi çok yaşamayı istemiyordu, Vahit’in kahrını çekmek istemiyordu. Empati yapmayı denedi ama olmadı. Bunun empati yapılacak bir yanı olmadığına karar verdi kendi kafasında. O olaydan birkaç sene sonra kafası esti ayrılmaya karar verdi. Biraz para biriktirmişti kuaförde çalıştığı sıralar. Bir de oynadığı iddaa’dan bir keresinde yüklü bir para tutturmuştu. Evin çatısında bi boya kutusunda saklıyordu parayı.

Babası kızıyor diye okuduğu kitapları yatağın altında saklıyordu Vahit. Babası bir defasında esaslıca bir tokat indirmişti suratına. Madem okuyacaktın itin dölü niye bıraktın okulu diye. Vahit anlatamadı derdini. Bu okul insanı robotlaştırıyor ben bu romanlarda başka dünyalar buluyorum demek istedi. Gıkını çıkaramadı. Biliyordu çünkü gelecek olan ikinci tokadı.

Kitapları aldığı bazense takas ettiği bir sahaf vardı çarşıda. Birkaçı hariç geri kalan bütün kitapları doldurup çantasına gidip sattı sahafa. Çok para etmedi ama onu da birleştirdi boya kutusundaki parayla.

Gece uyumadan önce çok düşündü Vahit kendi içinde. Öyle düşüne düşüne daldı uykuya. Sabah olur olmaz, telaşla ve kararlılıkla çatıya çıktı. Parayı çıkardı boya kutusundan ve öteki biriktirdiği parayla birleştirip zulaladı iyice sırt çantasına. O sabah kimseye bir şey demeden binip otogara giden bir otobüse bıraktı ardında her şeyi. Yol boyunca düşündü yaptığı doğru mu diye. Ama kitaplardan öğrendiği güzel şeyler vardı. Dünyasını değiştirecekti Vahit. Kimse –kahrını çektirmek- istemiyordu onun ve bu yüzden kırılmıştı Vahit. Yanında sadece birkaç parça eşya ve üç beş tane kitap vardı.

Vahit özerkliliğini ilan eden azınlıklar misali piçliğini ilan etti. Gittiği yerde kimseye bahsetmedi ailesinden. Herkese bi trafik kazasında öldüklerini söyledi. Vahit beyninin içinden hızlı trenler gibi gürültüyle geçen milyon tane düşünceden hiçbirini sahiplenememişti o evden ayrılana kadar. Kendini düşündü bu kez. İyi ettiğini düşündü. Hep bir başka için kurduğu empatiyi bu defa kendi için kurdu. Ne iyi ettin Vahit dedi kendine. Kimse çok yaşayıp da senin kahrını çekmesin. Yaşa be Vahit, dedi kendine. Güldü geçti.

İbrahim H. Ataş / Kahır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder