28 Aralık 2014 Pazar

Bir Garip Mısır Satıcısı



İlkokulda okuduğum dönemlerdi daha. Okul harçlığını, önlük parasını ve o zamanlar bedava dağıtılmayan kitapların parasını çıkarmam için çalışmam gerekiyordu. Ben de mahalle aralarında karşı komşu Hüseyin Abi gibi mısır satarak gerçekleştirmeye karar verdim bu harçlık çıkarma işini. Gömleğinin üst 3 düğmesi yaz kış demeden açık olan, kısa boylu, saçsız ve üç beş tane dişi olan bir adamdı Hüseyin Abi. O bağırırken kimse anlamıyordu ne dediğini ama iki sokak öteden anlıyordu herkes mısırcının geldiğini. Mahalle aralarında satış yapan adamların öyle etkileri vardır zaten hep. Ne dediğinden değil sesinin ahenginden, tutturduğu ritminden anlarsınız overlokçu mu, eskici mi, çarşafcı mı yoksa mısır satıcısı mı olduğunu.

Neyse ki artık ben de mahalle aralarında mısır satmaya başlamıştım. Daha 12-13 yaşlarındaydım muhtemelen. Diğer satış yapan esnaflar gibi kendime bir bağırma tonu oluşturamasam da o yaşlarımın verdiği çığırtkanlıkla apartmanların dördüncü ve beşinci katlarına kadar rahat duyurabiliyordum sesimi. Bir de o zamanlarda beni en çok zorlayan kovaların içine doldurduğum o mısırları taşımak oluyordu. Sonraları bu işi biraz daha kolaylaştırıp hurdacıdan aldığım, tekerleri yalpalayan eski bir bebek arabasına koyarak çözdüm o problemimi. Öğleden sonra çıkıyordum genelde. Mahalle aralarında ve parklarda gezerek yaşımında getirdiği avantajla biraz insanların acımasına maruz kalarak, biraz yaptığım bu işle takdir toplayarak ticarete erken yaşta atılmanın heyecanını yaşıyordum. İlk satış tekniklerimden birisi çalıntı da olsa çok iş yaptığım “Alan bir pişman, almayan bin pişman” dizeleriydi.

Bir gün yine mısır satarken, adamın biri “Yarın gel 15 tane kadar mısır alacağım, torunlar için “ dedi. O gün çok sevindim. Ertesi gün için sipariş almıştım. Bu şimdilerde düşününce pek bir anlam ifade etmiyor olsa da 12-13 yaşlarında bir mısır satıcısının dünyasında çok önemli bir yer ediniyordu. Sabah erkenden uyanıp o gün için daha fazla mısır kaynattım kazanda. Adamın dediği saatte dediği yerde bekledim. 1 saat geçti gelen yok. Zaman geçiyordu gökyüzü mavi değildi, hava kararıyordu ama gelen yoktu. Gelen arabalara apartman girişlerinden çıkan insanlara filan bakıyordum acaba gelir mi diye. Yok ama yok, ne gelen vardı ne giden. Mısırlar elimde kaldı. Satamadım. Acayip üzülmüştüm. Ağlayacak gibi olmuştum. Kandırıldım. Mısırlar elimde kaldığı için değil kandırıldığım için onca üzülmüştüm zaten. Bekleyişlerimin boşa çıkması yakmıştı canımı. O gün hayatımda insanlara güvenmemem gerektiğini anladım.

Velhasıl diyeceğim o ki sayın abiler, 12-13 yaşındaki bir çocuk satıcıya yalan söylemeyin. Bırakın çocuk satıcıyı hiçbir çocuğa yalan söylemeyin. Çünkü  o çocuk aradan 10 yıl geçse bile, hatta bırakın 10 yılı onlarca yıl geçse bile unutamaz o hayal kırıklığını. İnsanlara inanmamaya başlar, çünkü hep kırılacağını, hep kandırılacağını düşünür. Hep şüpheyle bakar yarınlarına. Keza bizim hayal kırıklığımızın genelde temel sebebi hep inandıklarımızın bize yalan söylüyor olmaları.

Sonrası hep bilindik hikayeler. Biz kanıyoruz. Kandırılıyoruz. Sonra inanmamaya ve şüpheyle bakmaya başlıyoruz hep. Sevdiklerimizi bu yüzden daha çabuk kaybediyoruz. Daha çabuk kırılıyoruz. Ne kadar çok kırılırsak o kadar çok kırıyoruz.



İbrahim H. Ataş
Görsel: Eric Lacombe

20 Aralık 2014 Cumartesi

Enflasyonel İntihar




















yüzün biter gökyüzü kızıl
intiharı meczup bir şairdir kalır geriye
susar bir çocuk
kaldırım taşlarının arasına birikmiş yağmur gibi
bir kukla dile gelir, idam edilmeden önce;
Gepetto'sundan izinsiz.
susar bir çocuk
içinde anarşist bir öfke turuncu lavlar gibi

kırıldık işte şimdi, annem sandığım peygamber
ağzımızda küfür gibi durdu ayrılık
ağzımızda kesik bir ayet gibi durdu
yüzümüz yüzsüz
şehvetli bir orospunun kasıkları kadar kutsal
kutsaliyet dediğim
- cemal'in bütün kara parçalarında
 tanrıdan hariç

tirenler çok hüzünlü araçlardır
devletlere bağlı olsa dahi
ama ben hiç tirene binmedim
böylece beni de tirenler çarpsın 
-ah muhsin'den haberli
bakma sen dolar yine fırladı
ama
intiharımız pek enflasyonel değil..

ibrahim h. ataş

16 Aralık 2014 Salı

Babam Olacak Herif'in Pazar Randevuları















İçerisi dumandan gözükmüyordu. Babam Olacak Herif’in orada olduğu yazbozda durumunun fena olduğunu gayet iyi biliyordum. Kapıcılık yaparak geçiniyorduk. Ayın 7’sinde aidatlar toplanıyordu. Yine apartamanın aidatını kaybetmek üzere olduğunu da biliyordum...

Çünkü o gün pazardı. Ayakkabısı boyanmış, beyaz gömleğini giymiş bıyıklarını kardeşimin el işi dersinde kullandığı makasla  düzeltmişti. Kumar sanki güzel bir hayat kadınıydı ve  bıyıklarını düzelten  Babam Olacak Herif randevuya jilet gibi gitmek zorundaydı. Yoksa daha ilk partide kumara 1-0  yenik başlayacaktı.

O gün sigarasıda değişiyordu Babam Olacak Herif’in. Maltepe’yi televizyonun altındaki çekmeceye bırakıyordu. Çünkü randevuda Uzun Malbora içmesi gerekiyordu..

Bunlar hep rutindi. Kuralları özellikle belirtilmemiş ama herkesin adı gibi bildiği hatta karısı gibi bildiği olağan durumlardı. Ordaki oyuncuların hepsi bu kurula sadık eğitilmiş birer köpek gibi ne yapması gerektiğini gayet iyi biliyordu.

Ben o zamanlar iskambil kağıtlarındaki kıza aşık sanardım Baba Olacak Herif'i. Çünkü ancak böylesi bir aşk peşinden bu kadar süründürebilirdi bir adamı.

O gün günlerden pazardı. O gün günlerden kumardı. O gün günlerden Annem Olacak Kadın’ın Baba Olacak Adam’ ı gece saat 3 te eve almayacağı gündü. Bu yüzden ben küçükken bizim evin en çok kapısı kırılırdı. Kalbimi saymazsak tabi. Babam Olacak Adam sarhoş gelirdi o geceler. Annem açmazdı haliyle o tahta kapıyı. Annem koynunu açmazdı belki de. Aramızda kalsın annem babamı sevmezdi. Annem Olacak Kadın beni de sevmezdi hatta. Kanal D'deki dizileri severdi., zenginleri severdi, parayı severdi mesela. Temizliğe gittiği evlerde pilavı çatalla yemeği öğrendiği günden beri bize üstten üstten bakar olmuştu zaten.

Kapının diğer tarafından okkalı bir küfür savruluyordu kapının bize bakan tarafına.Kapının içeriye bakan yüzünden  yine aynı şekilde bir cevap kapının diğer tarafına. Tenis maçı gibi  küfür bir orada bir bu tarafta buluyordu kendini.

Sonunda Babam Olacak Herif kapının önünde sızıyordu. Annem Olacak Kadın kapının içeriye bakan tarafında sızıyordu.

Ben Allah’a sorular soruyordum yatağın içinde. Neden?

Neden?Bana bir neden söyle Allah’ım? Beni duyman için illa çatıya mı çıkmam gerekiyor?

İbrahim H. Ataş


15 Aralık 2014 Pazartesi

Jessica






“Tanımadığın adamlara inanma Jessica,
Seni bir şiirle kandırabilir;
Aklı sikinde bir şair!”

— İbrahim H. Ataş

14 Aralık 2014 Pazar

Duraktaki Kıza Mektup













Seni her sabah durakta görüyorum. Saat 7’ye varken birazcık. Sen de biniyorsun 50 numaraya ben de çünkü depolamanın ordan geçiyor otobüslerimiz aktarma şart. Şimdi oraya kadar kim yürüyecek.

Tenin beyaz yüzün tertemiz. Allah seni diğer insanlardan farklı yaratmış belli. Dudakların küçük ve her an kendini göstermekten geri durmayan gamzelerin var. Gamzelerin çok derin. Ki bazen düşüyorum içine saatler sonra kurtarabiliyorum kendimi. Benim küçük güzel hayallerime ev sahipliği yapıyor gamzelerin. Pek rüya görmem ben. Rüyalarıma başrol oyuncusu yapıyor gamzelerin seni. Kaprissiz ve sıcakkanlısın ve üzerinde beyaz bir bluz var. Siyah küçük notaları simgeleyen küpelerin çok güzel. Sen ne giysen ben ona tapıyorum bazen. Hiç sevmesem bile. Sen giydiğin için güzelleşiyor gözümde. İnsan sevince böyle oluyor yavrucum. Kendinden tavizler veriyor. Şu kelebek meselesi gerçek. Midesinde bir hafiflik ve her an uçma hissi oluşuyor. Buna bizzat şahit oluyorum seninle birlikte. Bir de suratımda salak bir gülümseme oluyor. Senin yanında nedense oluyor.

Ben pek konuşamam. Yani iki kelimey bir araya getiremem karşında. Ha otur bir şeyler yaz de benim için, saatlerce yazarım ama bunu sesli ifade ederken kelimeler bir gemici düğümü gibi düğümlenir kalır boğazımda. Sen de farklı şeyler var. İçime doğuyor. Seni görünce günahlarım kalmamış gibi bir şey oluyor içimde sanki sen bir meleksin ve her karşıma çıktığında gülerek benim bütün kötülüklerimi alıyorsun. Benim ağzım bozuk biraz. Ama mevzu bahis sen olunca yani aklımın bir köşesine azcık gelsen terbiye ediyorum nefsimi. Sus diyorum kendime ne yapıyorsun küfür hiç yakışıyor mu senin gibi bir adama. Kendimi telkin edip duruyorum.

Bir gün açılsam sana aslında gerisi gelir diye düşünüyorum. Merhaba desem mesela. Her gün seninle bu durakta karşılaşıyoruz ne garip değil mi gibilerinden bir şey söylesem tamam olucak belki ama ah o kelimeleri bir araya getirebilme cesareti nerde bende. Yani bir gün içsem iyi bir içsem ve geçip karşına söylesem açılsam seviyorum seni yavrucum desem boşalacak içim ama öyle de olmaz ki. İçip karşına çıkarsam sen de ilk bıraktığım intiba ne olacak. Zor durumdayım. Ya bak şunu biliyorum. Sana açılırsam hiç bir şey kaybetmeyeceğim. Ama bu riski alamıyor insan. Diyorum ya zor. Hele benim gibi özgüvenini yitirmiş birisi için çok daha zor.

Şuna dikkat ediyorum her otobüse bindiğimizde. Elinde yüzük var mı. O kadar da düşünüyorum hani. Yani bir sevgilin bir sözlün nişanlın her neyse artık öyle birisi varsa hiç hayal mayalde kurmayacağım. Serde insanların mutlu olması için yaşıyorum sonuçta. Öyle bir adam olmasın ama varsa bile ve sen bu adamla mutluysan bana hiç bir şey demek düşmez. Yani zaten ben kimim ki. Her sabah otobüse bindiğinde  karşılaştığın bir adam. Daha fazlası değil.

Neyse yavrucum. Güzel gözlerin Allah’ın ve benim zaafım oluyor. Sana bakamıyorum bazen. Yitiriyorum kendimi durağın öteki köşesinde. Ve sen bihabersin benden. Sıkıştıracağım filan da yok. Belki de böylesi iyi. Sana iyi yolculuklar güzel gözlü melek.

İbrahim Halil  Ataş

3 Aralık 2014 Çarşamba

Beni Son Kez Öp Loya















Beni son kez  öp Loya,
Ölüyoruz.

Baldırı çıplak bir rejim yıkılıyor dışarıda
Saçları ateş gibi turuncu bir kadın,
Devrimi izliyor pencereden..

Bir çocuk ağlıyor,
Babasının öldüğü yerde..

Dışarısı boğazına kadar pislik Loya
Sen gel dudağımdaki uçuktan öp beni

Kasıklarında yeşermiş eski bir coğfraya misali
Doğur beni yeni, yeniden
Az vaktimiz kaldı
Dışarısı üryan, dışarısı ceset..

Sanki birazdan bir peygamber 
Süra üfleyen meleği izleyecek
Sanki birazdan yeni bir dünya savaşı çıkacak
Sanki birazdan bir diktatör mazlumları kurşuna dizecek
Sanki birazdan ağzı petrol kokan ülkeler çocukları öldürücek

Buralar çok sıkıcı Loya,
İnsanlar sevişmekten daha çok seviyor öldürmeyi
Kaçıp kurtulalım biz.
Dışarısı katliam..

Beni son kez  öp Loya,
Ölüyoruz.

İbrahim H. Ataş 

9 Mart 2014 Pazar

3 İdiots ve Edebiyat Öğretmenliği


“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” der, Hz. Ali. Eskiden ben de aynı kutsallıkta bakardım öğretmenlik mertebesine. Ama gün geçtikçe bu durumdan soğumaya başladım.

Hayatım boyunca ezbercilikten kaçındım. Çünkü ezberciliği “sistemin kölesi olmak” olarak betimleyip buna teslim olmamaya gayret ettim. Lakin benim aksime ezberlemeyi bir aşama olarak gören arkadaşlarım ve yakınlarım hep benden daha karlı çıktılar. Ya da ben kendi başarısızlığımı onların başarısı olarak algılıyorum.

İlkokulu aynı sınıfta, liseyi aynı okulda okuduğum ve 10 yıldan fazladır hukukumuz olan bir arkadaşım var. Şimdi bir üniversitede Edebiyat Öğretmenliği 3. Sınıfta okuyor. Bu arkadaşım hayatı boyunca bir tane bile doğru düzgün roman okumadı. Bir tane bile şiir kitabı, eleştiri, deneme filan okumadı. Okuduğu bölüm sebebiyle sadece yazarları ve onların eserlerinin ismini ezberlemekle yetindi. Ve netice olarak amacına ulaştı. Şimdi sorarsanız ona kimdir İkinci Yeni şairleri tak diye sıralar. Çünkü ezbercilik hem sınıf geçmesine hem de öğretmen olmasına yetecek.

Düşünün bu adam Garip Akımı’nın temsilcilerini (Orhan Veli,  Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu) OMO diye kısaltarak sınıf geçti.  Bu adam Nazım’ı ve kitaplarının ismini biliyor ama bir tane kitabını açıp okumadı. Nazım Piraye’ye ne yazdı, nasıl sevdi bilmiyor. Bu adam Edip Cansever’i ve kitaplarını biliyor. Ama yarın çocuklara okutacağı kitapta geçen “Bir bira içmek istiyordu kaç gündür/ Masaya biranın dökülüşünü koydu” sansürü bilmeden okutacak. Sanki orada o sansür yokmuş ve o şiir öylece yazılmış gibi okutacak..

Böyle adamlar çıkıp Edebiyat Öğretmenliği yapacak. Şimdi ben nasıl bu öğretmenliği kutsal sayayım. Hangi akla hizmet buna saygı duyayım. Bu mudur öğretmenlik, bu mudur kutsallık.
Sadece o arkadaşım için söylemiyorum, hala okuyanlar bilir gerekli gereksiz her şeyi ezberlemeye dayalı bir eğitim sürecinden geçiyoruz.

Farkında mısınız bilmiyorum ama geleceğin çocuklarını ezberci sistemden beslenen adamlara emanet ediyoruz. Evet şunu da doğru buluyorum ezberlenmesi gereken şeyler elbette ki vardır. Mesela bir çarpım tablosunu ezberletmeden ya da bir formülü ezberletmeden bir işlemi çözemezsin. Ama benim burada takıldığım çok daha geneline hitaben, mikro eğitim sisteminden değil makro eğitim sistemini baz alıyorum. –Ki bu sistemin bütününe yayılmış olan müfredattır.

3 İdiots’da  makinenin tanımı sahnesi bütün bu yazdıklarımı çok açık ve esprili bir dille anlatmaktadır .Velhasıl yarın bir gün benim o arkadaşım öğretmen olacak. Hatta hayatı boyunca bir tane bile kitap okumadan Edebiyat Öğretmeni olacak ve benim oğluma ve kızıma edebiyat anlatacak. Çok trajikomik değil mi?


İbrahim H. Ataş

13 Şubat 2014 Perşembe

Kötü Hikayeler ve Neşeli Günler


Kötü Hikayeler ve Neşeli Günler

Aileme karşı aidiyet duygularımın zayıf olması her zaman başıma çeşitli mecralarda sorun açmıştır. Kıymet bilmeyen, vefa borcu nedir anlamayan, piçin birisi olarak görüldüm hep. Açıkçası piç kısmına ben de katılıyorum. “Ama her ne olursa olsun o ailen senin” zırvalıklarını çok duydum. Biyolojik anlamda haklılıkları elbette ki var. Fakat anne-baba kavramı çocuk doğurmakla olan bir ilişkiden çok daha ötesi olmalı. Ancak o zaman haklılar diyebilirim..

Babam kumar oynayan bir adamdı. Buna bir zaman sonra alışıyor insan. Gece eve geç gelip annemle kavga etmeleri, küfürleşmelerini, annemin evi defalarca terk edişini ve sonra nasıl oluyorsa bir yolunu bulup yeniden başlamaları vesaire. Bir süre sonra istemeden de olsa alışkanlık yaratıyor. Küçük bir ekosistem de diyebilirsiniz. Tam olarak döngü şöyle gerçekleşiyor. Anne evi terk eder 3 tane çocukla. Sığındığı ilk yer annesinin evidir. Araya akrabalar girer. Orada da ikna edilerek tekrar eve dönüşle sonuçlanır hikaye. Bu döngüyü onlarca kez yaşadım. O yüzden alışıyor insan dedim..

Babamın ilk porno zulasını patlattığım zaman ortaokul 1. ya da 2. sınıftaydım. 13-14 yaşlarında filan işte. İkincisini yakaladığımda babamın hayvan herifin teki olduğunu anlamama yetmişti. Laf aramızda her çocuk aslında babasının porno zulasını bir zaman patlatır. Sesinizin aniden boru gibi çıkması ve bu baba gerçeği bazen bazı çocuklarda travma etkisi yaratabilir. Neyse ki onlardan olmadım. Benim hikayem çok daha hüsranlı bitecekti.

O zamanlar Nokia 6600 telefonlar meşhurdu. Ve her zaman olduğu gibi babalar telefon kullanmayı daha doğru dürüst öğrenemeden çocuklar altını üstüne getirip her pisliğini öğreniyordu. Nokia 6600 telefonların o sürümünde dosya şifreleme muhtelif programlar, kim beş yüz milyar isterin sürümü filan hepsini telefoncular 5 liraya filan atıyordu. Hatrı sayılır derecede müzik ve videoda bunun cabası.

Ama telefon kullanıyorsanız onu kullanmasını bileceksiniz. Yoksa bir gün oğlunuz içindeki videoları kurcalarken terbiyesiz videolara rastlayabilir. Ve hayatı boyunca size tiksinerek bakabilir. Evet o zaman babamın telefonunda hayvan pornosu yakalayınca babamın aslında babam olmaması gerektiğini anlamıştım.

Sadece o değil diğer yaptıkları da işin içine girince iyice koptum. Hayvan pornonun üzerine, evin rıskını kumar masasında kaybetmek ve eşi temizliğe gittiği bir gün tek odalı evde oğlunun 1 lira günlüğe çalışarak biriktirdiği parayı  daha 2 yaşındaki kızının yanında fahişe becererek harcadığına şahit olunca ipler kopabiliyor.

Annemin ondan kalır yanı yoktu. Dizilerde izlediğiniz zenginlik budalası kadınlardan hiçbir farkı yoktu. Gözünde daima zengin olup altındaki ezecek şirret kadın görüntüsünü görürdüm. Dizilerden kafası kaldırmazdı. Temizliğe gittiği evlerde öğrendiği rutinlikler filan. Bir şiirde yazmıştım ama işin aslı şudur. Bizim evde ben ortaokula başladığımda kravat bağlamayı bilen tek kişiydi annem. Ve bana bunu öğretmemek için diretiyordu. Hiçbir zaman gözümün önünde bağlamadı o lanet şeyi. Çünkü her zaman ona muhtaç olarak yaşamamı istiyordu. Çünkü kapıcı kadınlarının olduğu muhabbet ortamında bizde de kravat bağlamasını bilen sadece benim egosu olacaktı.

Kravat konusunu abarttığımı düşünebilirsiniz ama her şey harfin doğru. Annem filmlerden öğrendi intihar etmeyi, yalandan cinnet geçirmeyi, sağ kaşını kaldırıp bakmayı vesaire vesaire. Dahası çok ama dahasını yazacak yüzüm yok!

Şimdi kimse çıkıp bana aile kutsaldır gibi Yeşilçam hikayeleri anlatmasın. Sizin o dediğiniz anne baba profili  Adile Naşit ve Münil Özkul’un “Neşeli Günler” filmindeki gibi değil. Gerçek hayat kötü hikayelerle dolu. Bu benimkisi daha güzel bile sayılır biraz etrafınıza bakarsanız çok daha kötülerini de görebilirsiniz. Kutsal anne baba profilini zedelemek için söylemiyorum bunları. Ama ne olur siz de çıkıp her yerde “Ama her ne olursa olsun o ailen senin” klişelerinde bulunmayın..

Arz ederim..

İbrahim H. Ataş

14 Ocak 2014 Salı

Renkli Haplar














Oturdum ahlaksız şiirler yazdım
İçinde intiharlar geçen romanlar okudum
Mutfaktan meyve bıçağını alıp
Bileklerimi adınla süsledim
Haberin olsun..

Annemi öldürdüm bir kez daha
Son bir kez daha..

Saçımı üçe vurdurdum
Sakallarımı kesmedim aylarca
Tanrıyla konuşmadım
Asık suratlı hayat kadınlarının önünden geçtim
Bilmediğim haplar aldım geceleri uyumak için
Haberin olsun..

Babamı öldürdüm bir kez daha
Son kez değil ama..

Kağıttan gemiler yaptım kaptansız
Bazen sabahları sahile indim
Denize yanaklarındaki çukurları anlattım
Midye satıcılarına ağladım
Haberin olsun..

Kendimi öldürdüm ilk kez..
Öldürdüm kendimi
İlk kez

İbrahim H. Ataş

13 Ocak 2014 Pazartesi

Parmak Hesabı


canımsın biz sayıyoruz ancak.
-yerimizde


berkin kaç gündür komada
gezi’de kaç kişi öldü
onu sayıyoruz.


12 yaşında uğur’un bedeninde
nasıl 13 tane kurşun çıktı
onu sayıyoruz.


roboski’de 35 tane insan öldü
f-16’larla.
ne zaman çıkacak sorumlular diyerek
2 yıldır sayıyoruz..


gemiciklerimiz, parasayma makinelerimiz yok.
ayakkabı kutularına sığdırdığımız
-sözde yardım paralarımızda yok


bizimkisi parmak hesabı biraz.


bölünmüş yollar
faiz lobileri
porno kasetler
ve yolsuzluklardan bahsediyorlar
ana haber bültenleri


biz yutkunuyoruz.
kirayı ne zaman ödeyeceğiz.
su kesim bildirimi gelmiş
içinde neden trt payı var
elektrik faturası neden bu kadar yüksek
biz öyle kandıırılmayı nerden öğrendik
blablabla


bize cevap verecek bir doktor ötker arıyoruz
sanırım en çok
-yerimizde sayıyoruz!

İbrahim Halil Ataş