16 Ekim 2016 Pazar

14 Yaşımın İkindi Saatleri



Adının baş harfinden şiirler yazıyordum 14 yaşımın ikindi saatlerinde.
Sen biraz fazla güzeldin.
Boyun uzundu benden.
Derslerin daha iyiydi.
Okul üniforman çok daha temizdi.

Ben kravat bağlamayı öğrenmedim bilerek
Hep sen bağla diye.


Adının baş harfinden şiirler yazıyordum 14 yaşımın yatsı vakitlerinde.
Yerde ders çalışmaktan dirseğimin ağrıdığı günlerde.
Babamın annemi dövdüğü günlerde.
Yani tam da ileride evlenmekten vazgeçtiğim günlerde.
Buna rağmen sevdim yani!
Buna rağmen içime düştü gözlerin.


Adının baş harfinden ..
Akrostiş olduğunu sonradan anladığım şiirler yazıyordum
Vakit kırılmış bir saatin cam parçaları gibi dağınıktı
Sen hiç bilmedin ama.
Ben sırana 0.7 kalemle Attila İlhan şiirlerini iliştirdim.
Ben sırana pembe güller bıraktım yaprakları ılık gül kokusu


Ben akrostiş şiirler yazıyormuşum haberim sonradan oldu.
Sonraları çok kez hatırladım 14 yaşımı
Sonraları çok kez hatırladım beyaz yüzünü
Sonraları çok kez kulağımdan gitmedi sesin
Sonraları hep güldüm
Gülmek bana yakışmıyordu ama gülünecek haldeydim..

İbrahim H. Ataş

7 Ekim 2016 Cuma

Nar Çiçeği











bitanem, benim annem andırgırand, babamı tiren ezdi.
küçükken raylarda ağlamışım,
bu yüzden kavuşmuyor raylar.

çok kuş ölüsü gördüm ben elektrik tellerinde,
intihara meyilim ondan,
ama takılma sen bu ayrıntılara bitanem,
ben intihar da edemem.
annem üzülür.

bak işte,
nar ağaçları çiçek açıyor bu hüzünlü mevsimlerde
iktidarlar çalmaya devam ediyor,
orta doğu değişmeyen tartışma konusu,
tanrı hep popüler,
açlık en birinci konu,
ama devlet duble yol yapıyor, daha ne istiyoruz?
çöpçüler hepimizden erkenci,
ama biz her şeye geç kalıyoruz bitanem,
hatırlat akşam şarap içelim,
üzümü iyi ezilmişlerinden..

ibrahim h. ataş

27 Eylül 2016 Salı

Üç Korner Bir Penaltı






babamın her geçen gün hızla ağaran saçları gibi
hızlı ve hüzünlü yaşıyorum..

on dört yaşındayken cihanın annesi haşhaşlı kek yapmıştı ,
gece boyunca uyuşturucu kartelleriyle ne işi olduğunu düşünüp durdum.
yavaş ve safça yaşıyordum..

babam, ben altı yaşındayken falan sapanla vurduğu kuşun kafasını kopardı bismillah deyip.
gidip tütün içip ağladım.

aydın ağbi geçen hafta annesine söven birinin burnunu kırdı.
sonra koşarak marketten su alıp, müdahale etmeye çalıştı.
-anaya sövülmez kardeşim, burnun fena kanıyor hadi eczaneye gidelim..

lisedeyken ceketim yok diye okula almamışlardı.
eve gidip müdür yardımcısını aradım. durumumu anlatınca gözleri doldu.
ağladığını anladım, yüzüne kapattım.
sonraki gün yine okula alınmadım..

dün gece saçma sapan bir filmin saçma sapan bir sahnesinde,
aslında hiç de ağlanacak bir tarafı yokken,
deli gibi ağladım..

yeşil bir at görmüştüm liseye giderken rüyamda.
itiraz ettim.
yeşil at mı olurmuş lan dedim.
hem de rüyada.
aynı rüya, annemin öldüğü gün kabusa döndü.

ilk meyhaneye gittiğimde adamın biri,
bu ülkede doğduğu için allaha inanıyor insanlar,
başka ülkede doğmuş olsaydılar başka tanrıları olurdu dedi.
kadeh kaldırdık, tanrısızlığa..

babamın porno zulasını patlattım 6. sınıfa giderken.
yeni bir eve taşınırız da kullanırız diye kutusunu bile açmadığımız,
mutfak robotlarının kutusunda.

üç korner, bir penaltıydı.
biz o penaltıyı gole çeviremeyenlerdeniz.
bendeniz, ibrahim..


ibrahim h. ataş
görsel: Billy & Sheila Billy Childish

17 Eylül 2016 Cumartesi

Monolog IV (Arkadaş)

- n’aptın
+ demleniyorum
- yine mi?
+ hesap sormak yok kukla.
- sadece sordum.
+ bize benzemeye başladın.
- o ne demek şimdi?
+ bize yani insanlara benzemeye başladın. neden içiyorsun demek yerine yine mi içiyorsun diye soruyorsun. yanlış sorular sorman sana yanlış cevaplar getirir.
- haklısın, peki neden içiyorsun
+ sorman gereken doğru soruyu ben sana söylediğim için, o sorunun cevabını da alamayacaksın.
- çok zorsun ibrahim
+ bazen..

- ne yapıyorsun peki, içmek iyi geliyor mu?
+ içmek iyi gelmez, sadece belirli bir süre kafamı dağıtıyorum. içmek iyi gelmiyor ama düşünmemek iyi geliyor.
- yanılıyorsun, içince daha çok düşünüyorsun sen?
+ belki de..

- hep böyle kestirip atacak mısın
+ hayır kukla. almak istediğin soruların cevaplarını, sen almak istediğin zaman değil, ben verdiğim zaman alabilirsin.
- zora mı koşuyorsun aklınca.
+ çözülmemeye çalışıyorum diyelim
- benden sana zarar geleceğini mi sanıyorsun
+ kimden zarar geleceğini kestiremiyorum. en çok kendi kendime zarar verirken üstelik.
- kötü yoldasın.
+ yolun kötü olması, iyi bir yere çıkmayacağı anlamına gelmez. hem yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir der abimiz.
- karışık bir cümle, senin gibi.
+ öyle..

- kendine kapanmak sana bir şey sağlıyor mu peki?
+ kendi tercihim değil.
- arkadaşlarını hep kendinden uzaklaştırıyorsun. bu bir tercih.
+ yanılıyorsun, mesela az önce eski bir arkadaşa mesaj attım. “ara sıra nasılsın diye sor, ben sana iyi değiim hatta kötüyüm diyemiyorum. sen ara sıra sor bana” dedim
- senden beklemezdim.
+ ben de beklemezdim.
- peki cevap verdi mi mesaj attığın kişi.
+ verdi, “ iyi olmadığını biliyorum ibrahim, ama şimdi siktir git. saat gecenin 3′ü olmuş. git uyu lan. uyu biraz uyu. sabah konuşuruz” dedi.
- sabah konuştunuz mu?
+ sızmışım gece. uyandığımda onlarca mesaj ve cevapsız çağrı vardı. tam arayacakken biri kapıyı tekmeleme başladı. kapıya yöneldim yerdeki bira şişelerine çarpı ayağım. umursamadan kapı açtım. mesaj attığım arkadaş gelmişti. telaşla üzerime yığıldı.
- ne oldu?
+ mesajlara cevap vermeyip telefonu açmadığımı görünce intihar ettiğimi filan düşünmüş. korkmuş baya. önce çeneme esaslı bir yumruk indirdi. sonra salya sümük ağladık. gidip bomonti ve tuzlu fıstık falan aldı. yine içmeye başladık.
- böyle bir arkadaşının olduğunu bilmiyordum.
+ yok ki zaten
- nasıl?
+ kafamda kurdum sadece. olsaydı iyi olurdu dedim.
- sevinmiştim senin için. fakat kandırdın beni, bu yaptığın hiç etik değil.
+ kendimi kandırdım kukla, seni değil..

ibrahim h. ataş

15 Eylül 2016 Perşembe

Hira

















Küçücüktüm, inceciktim daha bugün gibi hatırlıyorum. O zamanlarda böyle zayıftım. Biraz çocuktum işte. Belki de sırf oyun oynamak için yaratılmış, güzel ellerim vardı. Biraz iyi olsam şirinleri görebilirdim klişesi. Ama iyi değil aksine kötü bir çocuktum. Ağlarken burnu akan, sıska, esmer bir piçtim. Mahallede gözümün önünde çocuklarını döverdi bazen babaları. Ben buna sadece şahit olurdum. Ben sadece küfrederdim içimden.

Dedim ya biraz çocuktum diye. Çağla ağaçlarına tırmanırken çizerdim kollarımı. Küçükken mahallenizde kolunu jiletlemiş çocuklar hep abilerimizdi. Onlardan korkardık genelde. Bu yüzden ağaçlara tırmanırken çizelen kollarımı jilet izi sanmaları hoşuma giderdi doğrusu.

Az laf yemedim o kel banka müdüründen. Bahçelerine dadandım diye. Ama kiraz başkaydı o bahçede. Hani gidip parayla almaya kalksan o kadar lezzetlisini bulamazdın. Öyle lezzetliydi.

Bir tane boş arsa vardı maç yaptığımız sokakta. O zamanlar boş arsa çoktu. Şimdiki gibi koca koca binalar daha azdı. İşte o arsada iki tane ceviz ağacı vardı biri daha fidan diğeri kocaman. O kocaman olanına inşaattan bulup getirdiğimiz beş altı tahtayla ağaç evi yapmıştık. Yan taraflarına güneşten korunmak için evden çaldığımız sofra bezleriyle filan örtmüştük. Bizim evin arkasında bir mobilyacı vardı. Onun arka kapısından kartonları toplayıp onları da yere inşaat tahtalarının üstüne sermiştik. Çok ihtişamlı değildi ama güzeldi. Neticede ilk evim. Kira ödemediğim tek evim.

Okuldan kaçtığım günlerde sürekli ceviz ağacına gidiyordum. Öyle içinde oturup saatlerce kendimi dinliyordum. Benim Hira’m olmuştu adeta. Gizli gizli ağladığım, sorguladığım, sığındığım bir alandı. Sadece bir ağaç evi olmaktan çıkmıştı. Hatta kışları bu yüzden sevmiyordum. Evim yerle bir oluyordu. Çatı akıyordu. Dallar ıslak olduğu için evime erişmem zorlaşıyordu. Soğuktu. Yapraklar düştüğü için çırılçıplak kalmış gibi ortadaydı bütün ev. Apartmanlardan gözetleniyor olabilirdim. Sığınağım yağmalanıyordu çünkü. Falan filan.

Sonra bir gün o kel banka müdürü yine kızdı bize. Uzun uzun nasihatler anlatıp, “Siz o tahtaları ağacın dallarına tutturmak için çivi kullanıyorsunuz. O çivileri ağaç evini yapmak için ağaca çakıyorsunuz. Peki, birileri size böyle canice iğne filan batırsa canınız yanmaz mı? O da bir canlı. Kendinizi onun yerine koyun” dedi.

Resmen bizi zayıf noktamızdan vurmuştu. Vicdan yapmıştık biraz. Gerçekten sağlam bir örnek verip ağaç evi şevkimizi kırmıştı. Diğer arkadaşlar için pek bir problem gözükmüyordu ortada. Onlar sadece zevk için yapmıştı zaten. Ama benim için önemliydi. Dedim ya Hira’m olmuştu benim.

Fakat yine de adam haklıydı. Aynı gün maalesef ki evi tahliye ettik. Kartonları filan yaktık arsada. Getirdiğimiz paçavraları sökerken yırtıldı çöpe attık onları. Gözümden deli gibi yaş akıyordu bunları yaparken. Sanki çelik kuvvet ekipleriyle gecekondumuza dadanmış ve vinçlerle evimi yıkıyorlardı. Ama biz kendi evimizi kendimiz yıkıyorduk ve bu daha çok yakıyordu canımı. Bütün bu yıkım işlemi sonrası çivileri sökmedik. Çivileri sökerken ağacın canı ayrı bir yanmasın diye.

O ceviz ağacını, yani Hiramı, yani sığınağımı, yani kira ödemediğim tek evimi kendi ellerimle yıktım. Bu yüzden, benden çok kimse üzemez beni..

İbrahim H. Ataş

12 Eylül 2016 Pazartesi

Monolog III (Yara)



- intihar etmeyi filan düşünmüyorsun değil mi?
+ hayır kukla ben intihar edemem zaten.
- nasıl?
+ intihar etmek için birincil koşul yaşamak. yaşamıyoruz ki intihar edelim.
- klişe.
+ klişe ama vaziyet bu.

- bayram değil mi bugün?
+ kime göre.
- inananlara.
+ boş ver kukla. bunlar derin konular. ben artık sevmiyorum böyle şeyleri konuşmayı, tartışmayı, hatta dile bile getirmeyi.
- neden?
+ ben boş ver dedikçe sen neden konuların üstüne gidiyorsun.
- off tamam.

- çok içmişsin dün.
+ yoo, hüzünlenecek kadar.
- derdin neydi peki.
+ çoktu.
- ne kadar çok.
+ sokağın tavanı kadar.
- kendi kendine büyütüyorsun, işin gücün var. eksik uzvun yok. kalacak yerin var.
+ herkesin derdi kendine göredir kukla. insan kendiyle anlaşamaz en çok. en çok kendini kanatır, kendini yaralar, kendi yarasına tuz basar.
- yarayla alay eder yaralanmamış olan.
+ replik çalıyorsun yine.
- hep sen yapamazsın bunu.
+ elbette.

- ee ne oluyor şimdi içince. iyileşiyor mu yaran?
+ iyileşsin diye içmiyorum.
- neye yarıyor?
+ içimdi kara bulutlar var kukla. beni her gece boğan, nefes almamı zorlaştıran, için için kemiklerimi kıran. ben yoruldum kukla. nefes almak bile zor geliyor. içince kendimi avutuyorum sadece. bi boka yaradığı yok aslında.
- farklı şeyler dene.
+ ne gibi?
- bilmem.
+ ben de bilmiyorum işte.
- dün neden sıradaki sigarayı hiç benim için yakmadın.
+ hesap sorma bana. sen sigaranın kendisiydin kukla.
- ..

ibrahim h. ataş

Monolog II (Kız Çocuğu)



- kaç yaşındasın ibrahim?
+ 26 oldum geçenlerde.
- bayağı olmuş
+ aynen.
- eee söyle bakayım ne zaman evleneceksin?
+ bi dur kukla allasen sen de başlama yine.
- yaşıtlarının çocukları oldu biliyorsun di mi?
+ konuyu kapatmalıyız.
- kapatırız kapatmasına da benle bitmiyor iş. sıkıştırıyorlar seni hep.
+ daha düşünmüyorum ben öyle bi şey.
- ee tabi askerlik de duruyor.
+ karşıyım ben militarizme, istemiyorum.
- vicdani ret?
+ bu memlekette zor iş o.
- e napacaksın peki?
+ gün ola devran döne kukla..

- çocuk falan da mı istemiyorsun sen.
+ başlama amk yine ya. laftan anlamıyor musun sen?
- söyle söyle.
+ yatıcam ben uza bence.
- rüyana gelirim. orda seni kontrol etmek daha kolay.
+ yapma ya tehdit mi ediyorsun sünepe piç?
- sen nasıl algılıyorsan artık.
+ anlatacak bir şey yok.
- sen bilirsin rüyanda görüşürüz.
+ tamam gel tamam ne istiyorsun.
- anlat işte evlilik filan.
+ bilmiyorum kukla ben evlenmeyi filan düşünmüyorum. bütün boşanmaların sebebi evlenmekmiş gibisinden bir şeyler okudum geçenlerde. boşanma oranı evlenme oranını geçmiş. bu kadar tahammülsüz bir ortamda düşünemiyorum yani.
- sen evlenmeden boşanmayı niye düşünüyorsun?
+ ben düşünmüyorum kukla. nasıl oluyor o işler bilemiyorum işte. aklım almıyor pek.
- hayatını bi düzene sokmak için iyi bir fırsat. öyle düşün mesela.
+ tam tersi de olabilir. zaten bokpüsür olan hayatımı daha da kötü yapabilirim. evleneceğim kadını ve kızımı böyle bir hayata dahil etmem bencilce.
- kızını mı?
+ ıı şey yani öylesine dedim.
- hadi hadi?
- yok kukla öylesine çıktı ağzımdan.
- hani düşünmüyordun?
+ tamam tamam. düşünüyorum olum aslında. bi kızımın olmasını hep düşünüyorum ben. mesela benim bi kızım olsa, onu dünyaya getiren kadına taparım ben. onu yere göğe sığdıramam inan. bana bi kız çocuğu vermiş. ibrahim’in bir kızı var. ne yapacağımı bilemem mesela. kızım olmuş ulan kızım. ben yerimde duramam. her gün saçlarını tararım kızımın. herkesten her şeyden korurum onu. her gece kitap okuyarak uyuturum. sabahları baş ucunda olurum. gözünü ilk açtığında beni görsün isterim. bir sürü oyuncak alırım. nasıl daha iyi baba olunur diye bir sürü kitap okurum filan.
- güzelmiş.

+ bunlar aramızda kukla.
- beni kimse bilmiyor ibrahim
+ olsun. söz ver.
- kafayı sıyırdın iyice.
+ söz ver lan işte. ben kızımı ilk defa birine anlattım. söz vereceksin o kadar.
- tamam söz.
+ ha şöyle.


- adı ne olacak kızın?
+ söylemem. benim kızım şiir gibi olacak.
- neyse gelmiyorum üstüne. ilk defa böyle umutlu görüyorum seni.
+ tamam hadi gitsene sen.
- kızını mı düşüneceksin?
+ uza kukla.
- yine biz kötü olduk olduk ya neyse.
+ hala burda mısın kukla. kızın yanında küfrettirme beni.
- ooo uçmuşsun sen. iyi yolculuklar.
+..


ibrahim h. ataş

Monolog I ( Tirad)

- ne dinliyorsun ibrahim sabah sabah.
+ tirad
- ne?
+ altay erkekli
- daha uzun cümleler lütfen.
+ altay erkekli - yalnızlık
- o da nesi?
+ duvarların içinde insanlar varmış kukla.
- benim gibi mi?
+ belki de.

- benimle paylaş, biliyorsun senden başkasıyla konuşmuyorum.
+ o zaman kendimle konuşmuş olmaz mıyım kukla.
- hayır öyle olmazsın. ben senin içinden çıkmış ikinci bir varlığım. senin iç sesin bana cevap veren şu an cevap veren kişi. benim var olma sebebim sensin biraz. benim yaratıcım sensin.
+ yaratıcı kelimesi çok tehlikeli. benim bildiğim yaratıcı hiç adil değil. ya ben de öyle olursam.
- olursam diye başlarsan cümleye olur. olmam de.
+ herkes her şey oluyor kukla.
- herkesleşme. bazen ötekileşmek iyidir. doğru kararlar vermeni sağlar.
+ kime göre doğru?
- doğruluğun kime göre olduğunu sorgularsan da bir yere gelemezsin. bir şeyi yaptığında senin vicdanın olur diyorsa, doğru odur.
+ vicdan mı?
- elbette.

+ her şeye cevap veriyorsun ama değişmiyor bazı şeyler kukla.
- her şey değişiyor sen değişmiyorsun asıl.
+ nasıl yani?
- saplanıp kalıyorsun ibrahim, bi bataklığa düşer gibi saplanıp kalıyorsun. sana uzatılan hiçbir eli kabul etmiyorsun. kendi kendini yakıyorsun. kapalı bi kutusun. izin vermiyorsun senin dışındakilerin sana müdahale etmesine. bırak biraz kendini.
+ olmuyor öyle kukla. ben istemez miyim sanıyorsun farklı şeyler yaşamayı. kendime söylediğim yalanlara inandım ben. neyin doğru neyin yalan olduğunu unuttum. herkes kıracakmış gibi geliyor, herkes aldatacak yine.
- senin sorunun sensin. başkalarına çamur atıp durma boş yere. sen zaten kafanda kurmuşsun bütün komplo teorilerini. gerçeklere karşı kapamışsın perdelerini. güneşin doğduğunu göremiyorsun. havayı hep gri sanıyorsun.
+ senin böyle olmaman gerekiyor kukla. beni onaylaman beni pohpohlaman gerekiyor. oysa sen beni bozup duruyorsun.
- laftan anlamıyorsun sen. ben senin iç sesin değilim. ben sen değilim ibrahim. kukla deyip duruyorsun ya bana. benim iplerim senin elinde değil.
+ dinlemeyeceğim hiçbir dediğini.
- biliyorum.

+ git artık kukla. ya da her ne boksan.
- gerçek yüzünü göstermeye başladın. insanlar seni kırıyor diye öfkeni başkalarından çıkarıyorsun. oysa sen de adın gibi biliyorsun hata yaptığını. kabul etmiyorsun ama biliyorsun.
+ saçmalıyorsun.

- pekala, diyelim ki saçmaladım, peki madem sen söyle. neden deli gibi özlerken gidip de kapısına söylemiyorsun.
+ özlemiyorum ben.
- neden üst üste sigara yakmaya başladın üç gündür.
+ stresten, iş yoğunluğu.
- neden affetmiyorsun.
+ affedecek bir şey yok.
- kendine söylediğin yalanlara inanıyorsun.
+ hayır, bunlar doğru olanlar.
- emin misin peki?
+ eminim kukla.

- ibrahim gönlünü put sanıp da kırdılar diye yapıyorsun bütün bunları.
+ o dizeyi cümle içinde ben kullanırım kusura bakma. beni, benim sevdiğim şiirlerle vuramazsın.
- sen konuşmasını da bilmezsin di mi?
+ kuklalığını bil.
- bana karşı koyamayacaksın ibrahim. şimdilik gidiyorum. fakat ibrahim bu derin bi tutku.

+ şerefsiz piç. siktir git.
- ..

ibrahim h. ataş

2 Eylül 2016 Cuma

Muchas Gracias Allahım.



















2 buçuk yıl önce güzel bir çingene kızı sevdim
gülünce benim içimde annemden kalma bütün yaralarıma tuz basıyordu
kaçıp gidiyordum bulunduğum yerden
çoğunlukla bulunamadığım yerlere
salaş bir gecekonduya mesela


ben o zamanlar kuantum fiziğiyle uğraşan bir arkadaşın evinde sığıntı
olarak yaşıyordum
kolu kesik bir piç sığıntıdır zaten hep
geceleri karşı komşunun karısını kesmesini izliyordum


iyi bir cinayet romanı yazmayı planlıyordum kafamda
sabahları erken uyanıp yazmaya devam ediyordum
kaldığım evin tuvaletinde kırık bir ayna vardı
ve hep kendimi kesik yüzümle görüyordum

fizikçiyle menemen yapıp
rayando el sol dinliyorduk
sonra ben ölmeye çıkardım tahta kapıdan
-her gün yeni ölme şekilleriyle-
o fizikle uğraşmaya devam ederdi

sonra bir sahafın yanında işe başladım
sabahları çalışıyordum
akşamları okulda çingene kızı seviyordum
sahaf her gün bana bir kitap veriyordu çalıştığım için
para vermiyordu çünkü kendisinde de yoktu zaten

bu kitaplardan
her gün yeni bir ölme şekli öğreniyordum
her gün yüzümü kesiyordum
ve her gün Allah'a dua ediyordum

bizim fizikçi her gün daha çok deliriyordu
her gün daha acı oluyordu menemen
ve her gün daha bir üzerine geliyordu duvarlar

sonra onun evinden ayrıldım
sahafın dükkanında kalıyordum artık
can yücel gibi sakallarım vardı
gittikçe çirkinleşiyordum
çirkefleşiyordum
kör bir makasla bileklerimden parmaklarıma şelaleler açıyordum

yine öyle regl olmuş bir gecede
kırmızı bir orospunun yüzünde hayallerimi doğradım
çingene kıza titreyen dudaklarımı hediye ettim
babamı öldürdüm kumar oynadığı bir günde
90 metrekarelik bir ev kadar yalnızdım artık
muchas gracias Allahım.


ibrahimhalilataş
görsel: Billy & Sheila Billy Childish

15 Temmuz 2016 Cuma

Kazanılmış Kayıp






Her şey için erken olan bir vakitte her şeyin erken olduğunu anlamamak için ısrar eden bir kadın tutuldu bana. Her şey o kadar çabucak gelişti ki daha sözü edilen aile tanıştırma, nişan ve söz ayları yaşanmadan 1-2 ay içinde evlilik hesaplarına girişmeye başladı. Bununla da yetinmeyip evlilik planlarının yanı sıra düğün için gereken banka kredilerinden tutun yapmak istediği çocuk sayısına hatta isimlerine, oturacağımız eve, oturma odasından tutun yatak odasına hepsinin planını kafasında oluşturmuştu. Hatta duvarların rengi, sadece duvarların da değil tavanın rengini bile konuşur oldu. En olmadık ortamlarda evlenmek istemediğim ile ilgili laflar sokmaya başladı. İlk başlarda gülüp geçiyordum ama sonra işleri çok ciddi şekilde söylemeye ve üstelemeye başladığını gördüm.

Bütün bunlar yüzünden işlerin yolunda olmadığına kanaat getirdim. Aslında içinde bulunduğum hal evliliğe hazır olmamak durumundan ziyade her şeyin bu kadar erken planlanması sanki yıllardır devam eden bir süreç varmış gibi bir havaya girilmesi beni çok fena derecede sıkmaya başladı. Bitirmem gereken okul, yeni girdiğim şirketteki iş planlarım, sürekli ertelediğim askerlik işlemleri ve altı yıldır bırakın görüşmemeyi her fırsatta öldüklerini söylediğim berbat bir aile kavramım vardı.

Baktım ilişki gerçek anlamda kötüye gitmeye başladı kendimce ilişkiyi soğutma planlarına girdim. Bir şekilde paçamı kurtarmalıydım. Kendimce ayrılık evresi yaratmaya başladım. İlk başta klasik bir yöntemle başlayıp gönderdiği mesajlarla ilgili süreci uyguladım. İlk olarak attığı mesajlara cevap vermedim. Ardından mesajlara geç cevap vermeye başladım. Daha sonra uzun uzadiya yazdığı mesajlara tek kelimelik cevaplar vererek ilk raunttan galip ayrıldım.

Kendime çok bağlamadığım için ilişkiyi ayrılık evresine getirmem kolay oldu. Yengeç burcunun getirdiği duygusallık ve çıtkırıldım havasının yanına sahipsizliğimi de koyunca gelişen olayları istediğim gibi bir yola soktum. En ufak şeyden kavgalar çıkardım, konuşmadım ve ilişkiyi böyle salakça bir çıkmaza sokup sona ermesine izin verdim.

İlişkimiz nasıl kolay başladıysa öyle de kolay bitti. İlk başta düşündüğüm suçluluk duygusu ileriki zamanlarda yerini rahatlamaya bırakacağından haberim yoktu. Bu yüzden hiç gerek olmamasına rağmen bir kapısını çalıp beni kötü hatırlamamasını istedim. Gerçekte yaşadığımızda bunu gerektiriyordu zaten. Onu aldatmamıştım. Yalan söylememiştim, arkasından iş çevirmemiştim, sadece bu kadar kısa zamanda işi evliliğe götürecek kadar hazır değildim. Ve hazır olmam belki de ileride yapacağım hataların ilk merdivenlerini oluşturacaktı.

Haliyle doğru olanı yaptım. Nadiren de olsa doğru şeyler yaptığım oluyor.

İlişkimiz bitip, ayrıldığımız günün ardından birkaç ay geçince aynı kadının evlilik arifesinde olduğunu gördüm. İstediği aşık olacağı bir adam değil evleneceği bir adamdı. Mutlu oldum açıkcası. Çünkü evleneceği o adam ben olabilirdim. Aşık olduğu için ya da benden çocuklar yapmak istediği için değil, sadece evlenmek istediği için benimle birlikte olmuştu. Demem o ki paçayı iyi kurtarmışım.

Bütün bunlar yaşandıktan birkaç gün sonra küçük bir muhabbetimiz esnasında benim hep kaybettiğimi yüzüme vurdu. Daha önce yazdığım hikayeleri okumuştu. Beni kendi kalemimle vurmaya çalışıyordu ama yine de mutlu olacaksa olsun diyerek dediklerine başımı salladım. Hiçbir kelimesine itiraz etmedim. Çünkü tartışmanın bir şey getirmeyeceğini biliyordum. Evet ben kaybettim, evet ben hep kaybediyorum, evet benim hayatım hep kaybetmek üzerine kurulu. Evet sen kazandın. Evet evet ve evet İbrahim kaybetti.

İbrahim H. Ataş
Görsel : Kyle Thompson

19 Haziran 2016 Pazar

Bomonti Artı Bir Miktar İbrahim























bana bir bomonti ısmarlayanın kırk yıl kölesi olurum dememiş mi ali?
eğer dememişse sevgilim,
bu ali’nin kabahati
belki de bomonti yoktu o zamanlar
belki de toplum buna hazır değildi
kim bilebilir ki?


camel ucuzladı diye camel’e başlayanlar var.
tabi tekel 2001 kim ki?
tütün sarmayı bilseydik
babamızı anardık
sararan bıyıklarını filan
oynadığı kumarı
pek tabi sonrasında
maça kızına aşkını
adisyonda geri düşüşlerini
kaybediş…
neyse.
konu yine dağılıyor annem geliyor aklıma
anne git başımdan
içtim, esmerim biraz piçim..

aliyi karıştırmayın
bana bir bomonti ısmarlayana şiir okurum
attila ilhan’dan.
kırk yıl köle olmak’tan daha samimi
hem biz köleliğe karşıyız.
-yaşasın halkların sevgililiği-

ay ağladı bir kadının gözleri önünde
çok önce değil
daha geçen gece
şuncağızcık hatrımız yoktu
-bizi dövdüler.
dişlerimizi tükürdük.-
bir sokak öteye gelince
sokak lambasına yakın bir yerde
gölgelerimizi gördük
darmadağındık
dişlerimizi tükürdük.

sonra devam eden bütün günler yağmur yağdı
herkes sonbahar geldi sanıyordu;
eylüldü.
kafka’nın 22′siydi.
mesele çok ta -nothing-’di
zaten bize kimse bomonti ısmarlamıyordu
oturup banyoda bileklerimizi kestik
sonra çok ağladık.
kimse duymayana kadar ağladık..

hep ağlayınca annem geliyor aklıma
o dövdüğünde de böyle salyasümük ağlıyordum
of tamam neyse,
konu yine dağılıyor.
anne git başımdan.
seni sevmiyorum..


ibrahimhalilatas
görsel. kyle thompson

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Gülbize



senin gözlerinde efkarlı kalabalıklar vardır
hakkını arayan işçi sınıfları gibi yorgun ve emekçi
sen muhtemelen fazla mesailerde ayakta duramayacak kadar çalıştırılmışsındır
ben seni bu yüzden güzel severim Gülbize
anlarım dudak büküşünün altında yatan merhameti
anlarım koşuşturmandaki telaşı
anlarım ve ben seni bu yüzden kırmadan severim Gülbize


sen öyle güzel gülmeyiver Gülbize
sana başka başka adamlar aşık oluyor öfkeleniyorum
sen sadece bana gül istiyorum..
sen sadece benim yanımdan geç
sen sadece beni gör
senin sesini sadece ben duyayım istiyorum..
farkındayım seni sevince bencilleşiyorum


ah Gülbize senin adında bu kadar güzel olmasaymış keşke
ben sevince kendimi fazla kaptırıyorum
kalbimin en ücra yerlerinde açan amansız çiçekler gibisin
umulmadık zamanlarda geliyorsun
geliyorsun ve hiç gitmiyorsun Gülbize..
zaten böyle gel ve hiç gitme Gülbize


seni şairler sevmesin sakın Gülbize
olur ha bir şiirde adın geçer
herkes sana aşık olur
olmasınlar Gülbize
gülüşünü severler
sevmesinler Gülbize
kaldıramam


senin bir ömür tarayacak kadar güzel saçların var
o saçların Gülbize
dağ çiçekleri kadar özgür
dağ çiçekleri kadar asi
ve o saçların omzundan öne düşünce
ben soluk bir papatya iliştiriyorum saçlarının arasına
saçların merhamet
saçların dağ çiçeği
saçların berfin Gülbize..

ibrahimhalilataş
Resim: Tammy Callens

24 Mayıs 2016 Salı

Salyangoz




Bazen kafamın içinde simsiyah salyangozların iz bıraka bıraka yürüdüğünü hissediyorum. Ağır uğultular doluyor içime. Gözlerimin duyduğunu, kulaklarımın gördüğünü filan düşünüyorum. Bazen ne düşündüğümü bilemiyorum. Bilememek çok büyük zayıflık.

Bazen derin bi boşluğa öyle paldır küldür yuvarlanıyorum ki, uyandığımda kapkara bir mahsendeyim. Hamam böcekleri yürüyor parmak uçlarımdan kollarıma. Oradan boynuma. Aklımın içinden kelime satın alan bir şairin yarım kalan dünya savaşı şiiri geçiyor o an. Çıldırasıya bir sigara yakma isteği geliyor, boşluktan kurtulamıyorum. Üzülüyorum. Üzülmek çok büyük erdem.

Bir şeyden kadar çok kaçarsam kaçayım, aslında hep yerimde saydığımı görüyorum. Kudurmuş bir köpek gibi sağa-sola saldırasım geliyor. Zincirlerimden kurtulamıyorum. Çaresizlik hamurudur hüznün böyle zamanlarda. Hüzün çok büyük yalnızlık.

Oturup bir şeyler yazmak istesem o simsiyah salyangozlar vahşi fillere dönüşüyor. Kafamı yastıktan kaldıramaz oluyorum. Beynimin içi işgal edilmiş, yağmalanmış gibi öksüz kalıyorum. Öksüzlük çok büyük tanrı.

Tanrı demişken, tanrı dediğimiz çok değişken bir totem. Sus deyip ağzımın ortasına vuruyor vicdan denilen. Vicdan en büyük tanrıdır. Raskolnikov’dan biliyorum. Raskolnikov çok büyük manifesto.

Hüzünden bahsediyordum. Hüzün diyorum, hüzün insanı insan edemez. İnsanlıktan çıkarır bazen. Bilhassa yağmur yağarken mesela tanrı eder sizi. Parmaklarının arasında unutulmuş bir sigarayla şiir yazarken. Şiir çok büyük hüzün.

Ve hüzün kırmızı rujlu bir kadının merhametli yüzü..

İbrahim H. Ataş

22 Mayıs 2016 Pazar

Mualla

















chapter ı

bi defasında birini sevmiştim. benden iki yaş küçüktü. adı mualla. bi giyim firmasında çalışıyordu. tam zamanlı. vardiyası yoktu. kimi zaman sabah kimi zaman akşam. bazen öğlenleri gidiyordu gece olunca dönüyordu eve. üstelik onunda babası ölmüştü. ben onda biraz kendi piçliğimi bulmuştum. benden sadece annesi fazlaydı.

ben o zamanlar garsondum. iki üç tane arkadaşa uyup otelde işe başlamıştım. yoksa ondan bi farkım yoktu pek. gecem gündüzüm yoktu. antrak çalışıyordum. sabah altıda evden çıkıyordum. akşam onbiri geçiyordu eve ulaşmam.

arkadaşlar o zaman otel işi iyi dediler. 8 saat çalışıyorsun mesai yok. kalınca parasını alıyorsun filan. hem sigortan da tam yatar dediler. inandık. düştük 4 arkadaş otel yoluna. oysa hiç dedikleri gibi çıkmadı. haftada iki defa zorunlu mesai yapıyorduk bi de galalar vardı. iflahımızı sikiyorlardı otelde. yağmurdan kaçıp doluya tutulmuştuk.

tek teselli eden sigorta işiydi. ilkokul üçüncü sınıfta falan başlamıştım çalışmaya on yıldan fazla ediyordu. ama sigortalı gün sayım 230 du o sıralar. ama sonra yine işler sarpa sardı. vintır is kamink diye diye kışı getirdik. otelde askı dönemi başladı ve ilk biz çıkarıldık. sonrası hep kepazelik..

o zaman çalışırken almanlardan iki euro koparabilmek için 10 defa masalarına köpüklü bira götürüyordum. rusları zaten sormayın. bir dolar vermek için kılı kırk yarıyorlardı. -duruk. mojna votka. mojna biva. diye diye kıçımızdan ter akıtıyorlardı. hep okuyup hem çalışmak zordu çünkü. maaşta yetmeyince şahken şahbaz olurdum. otelden çıkarılınca orda biriktirdiğim euro ve dolarlarla geçirdim kışı.

chapter ıı

mualla ile de o zamanlar tanıştık aşağı yukarı. bi kafe ortamında oldu her şey. ben yüzbir oynarken taş çaldığım bi sıra göz göze geldik. karşımdaki arkadaşın yanında oturuyordu. yancıydı. cafe latte siparişi vermişti. garson kahveyi getirince çok teşekkürler demişti. insan bi işin içinde olunca öyle ayrıntılara dikkat ediyor. kendini o garsonun yerine koyuyor. o zaman aklına geliyor sabah altı-gece onbir mesaileri. buruk bir kare sadece.

taş çaldığımı görünce görünce eliyle arkadaşımı dürter gibi oldu. kaşımı çattım. gülümsedi. gülümserken sanki ağzının içinden papatyalar dökülüyor gibiydi. gamzeleri yoktu. gamzeleri olsa beni bi şantiyenin üzerinden baş aşağıya salsalar ve o gamzeye düşsem gıkımı çıkarmam. iyi ki derim. iyi ki ittiniz lan.

oyun bitince yan masada duran iskambil kağını alıp içinden kupa kızını muallanın önüne bıraktım. bi bok anlamadığım halde o sıra onu etkilemek için güya falına bakacaktım. kaşını dikerek evet dedi.

-sen kupa kızısın. burcun ikizler. okumuyorsun ama okumaktan yanasın. belki açıköğretim filan. karamsarlığın hayatında yeri yok. hep olumlu düşünüyorsun. çok yorgunsun ama belli etmiyorsun. bi de çok güzel gülüyorsun dedim.

yüzü kıpkırmızı olmuştu. anlamıştım. boktan bi işe başlamıştım ama olmuştu sanki. burcunun ikizler olduğunu kolyesini görünce salladım. ellerine bakınca anladım aslında okumadığını. zira ojeli değillerdi. yıpranmıştı sanki. okulu da oradan bağladım. rengarenk giyindiğini için karamsar olmadığını söyledim. hepsi gelişigüzel söylenmiş sözlerdi.

o gün gidip numarasını istemeye cesaret edemedim ama arkadaşlar arasında bi şekilde aldım numarasını. gece konuşmak istediğimi yazıp yolladım. ben kupa kızıysam sen sinek valesi mi oluyorsun dedi.

yaptığı gönderme bizim şarkımız oldu. o zaman vuruldum işte ben. başımın üstündeki bütün kara bulutlar dağıldı. iyi oldum.

chapter ııı

her şey iyiydi hoştu. aptal gibi aşık olmuştum muallaya. onun hikayesini öğrenince onu kendimle bütünleştirmiştim. manisada dış ticarette kardeşi okuyordu. aldığı maaşın bi kısmını ona gönderiyordu. annesi babasından kalan emekli maaşı çekiyordu sadece evleri kiraydı.

acıdığım için değil. asla değil. kendimi bulduğum için böyle tutulmuştum muallaya.

bir gün her nasıl olduysa yazı yazdığımı öğrenmiş. oysa bütün ilişki boyunca yazı yazdığımı saklamıştım. eski kullandığım forumlardan birinde bütün yazdıklarımı okumuş. ve geçmişimle ilgili bazı şeylere rastlamıştı. bi sohbet esnasında konuyu anneme getirdi. neden bu kadar kapalı olduğumu sordu. her zamanki gibi geçiştirici cevaplar verdim ama tatmin olmamıştı. o akşam eve bırakmamı istemedi. ben de kafasını toplaması için ses çıkarmadım.

sönmeye yüz tutan bir mumun son direnişleri gibiydik. gün geçtikçe daha az buluşuyor daha az yazışıyorduk. geçmişinden kaçamıyor insan. mutlaka bir gün bir yerde tekerine çomak sokuyordu.

bu olaylardan bir ay kadar sonra mualla bıraktı beni. hiçbir şey söylemedi. benim burcum ikizler değil bu kolye kardeşimin hediyesiydi dedi. kupa kızını çıkarıp cebinden masanın üzerine bıraktı. kalkıp gitti.

o iskambil destesinin içinden alıp onu sakladığını bilmiyordum. bir gün böyle ansızın çekip gideceğini de bilmiyordum. öylece gidince kendimi kaleiçinde plaklı meyhanede buldum. çok içtim. meyhaneden çıktıktan sonra beyaz bi mazdanın arka tekerine kustum. nasıl oldu bilmiyorum cihanı aramışım. geldi aldı beni ordan kafamın içinde bin tane mualla vardı. hepsi yüzüme tükürüp tükürüp siyah bi kapıdan uzaklaşıyordu.

cihanla eve geçince bana tuzlu su içirip kusturmaya başladı. bir saat filan klozetin başından ayrılmadım. sonra kahve yaptı. kendime geldim biraz. cihan noldu lan dedi? derdin ne bok gibi içiyorsun.

-mualla dedim sadece.

ağzımdan sadece mualla çıktı.

chapter ıv

cihan açıksözlü bi adam. olum dedi,

-o kız için değmez bak bilmediklerin şeyler var, unut gitsin.
-neyi unutacağım lan neyi. mal mal konuşma.
-sonra bana kızmak yok ama.
-cihan siktirme belanı ne biliyosan söyle.
-olum ben de bugün öğrendim o mualla iyi ayak değil.
-cihan siktir git konuşmayacaksan. ben bulurum bak.
-tamam bak sakin ol önce. bu mualla var ya başkasıyla birlikte. hem de kendinden büyük. adam 44 yaşında. evli. iki tane de çocuğu varmış. son iki gecedir de adamla birlikte bi otelde kalıyor.

hiçbir şey yapamadım. cihan çıktı odadan. kalkamadım yerimden. dünya başıma yıkıldı. elim ayağım boşaldı. dizlerim kopmuş gibi bi his oturdu içime. ağladım aptal gibi ağladım. ben sanmıştım ki annemi bıraktığım için benden uzaklaştı. hayatım sikildi. başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. amına koyayım ben böyle dünyanın.

siktirip gidin lan hepiniz. hepinizin cehennemin dibine kadar yolu var.

ibrahimhalilataş

19 Mayıs 2016 Perşembe

Kahır






Çok düşüncesiz bir adam Vahit. O kadar düşüncesiz ki tanısanız nefret edersiniz. Kırarsınız, yerin dibine sokup sokup çıkarsınız. Kelime dağarcığınızı yeniden keşfeder gibi küfredersiniz ona. Fakat sanıldığı gibi değil elbet. Vahit ilkokul 6. sınıftan terk. Okuyamadı değil, okumadı. Dedi ki kendine, bu sistem bana kölelikten başka bir şey öğretmiyor. Sonra girdi bir kuaförün yanına en azından iş öğreneyim dedi.

Vahit’in düşüncesizliği kendine. Kendini düşünmüyor Vahit. Herkesi her defasında kimini az, kimini haddinden çok düşünürdü. Okulda empati diye bir kelime öğrenmişti rehber hocasından. Kendini başkasının yerine koyma, olan şeylere başka bir çerçeveden bakma gibi bir şey. Vahit öyle sevdi ki kelimeyi. Abarttı işi. İyice yaktı beyninin civatalarını.

Vahit kendini başkasının yerine koya koya kendini unuttu. Vahit, unuttu Vahitliğini. Kendini düşünmeyi bıraktı. Nerede bi olay olsa kendini o olayın içinde buldu. Bazen bir şeyler çalan hırsızın yerine koydu kendini. Bazen otobüste parası olmadığı için arkadan binen öğrenciye. Bazen üçgen peynir – simit satan emekli bir adamın yerine. Bazen şoför oldu sürekli arka tarafa ilerleyin diyen, bazen bi sokak bestecisi.

Aslında bakarsanız Vahit civataları annesi yüzünden de yakmış olabilir. Çünkü Vahit annesi her hapşırdığında çok yaşa derdi. Sonra annesi ona –çok yaşayıp da sizin kahrınızı mı çekeceğim- dedi. Vahit kızdı ama aldırmadı. Sonra aynı şey yine tekrarlandı. Yine aynı lafı işitti kulaklarında. Badire üçüncü kere yaşanınca annesini sildi Vahit.

Annesi çok yaşamayı istemiyordu, Vahit’in kahrını çekmek istemiyordu. Empati yapmayı denedi ama olmadı. Bunun empati yapılacak bir yanı olmadığına karar verdi kendi kafasında. O olaydan birkaç sene sonra kafası esti ayrılmaya karar verdi. Biraz para biriktirmişti kuaförde çalıştığı sıralar. Bir de oynadığı iddaa’dan bir keresinde yüklü bir para tutturmuştu. Evin çatısında bi boya kutusunda saklıyordu parayı.

Babası kızıyor diye okuduğu kitapları yatağın altında saklıyordu Vahit. Babası bir defasında esaslıca bir tokat indirmişti suratına. Madem okuyacaktın itin dölü niye bıraktın okulu diye. Vahit anlatamadı derdini. Bu okul insanı robotlaştırıyor ben bu romanlarda başka dünyalar buluyorum demek istedi. Gıkını çıkaramadı. Biliyordu çünkü gelecek olan ikinci tokadı.

Kitapları aldığı bazense takas ettiği bir sahaf vardı çarşıda. Birkaçı hariç geri kalan bütün kitapları doldurup çantasına gidip sattı sahafa. Çok para etmedi ama onu da birleştirdi boya kutusundaki parayla.

Gece uyumadan önce çok düşündü Vahit kendi içinde. Öyle düşüne düşüne daldı uykuya. Sabah olur olmaz, telaşla ve kararlılıkla çatıya çıktı. Parayı çıkardı boya kutusundan ve öteki biriktirdiği parayla birleştirip zulaladı iyice sırt çantasına. O sabah kimseye bir şey demeden binip otogara giden bir otobüse bıraktı ardında her şeyi. Yol boyunca düşündü yaptığı doğru mu diye. Ama kitaplardan öğrendiği güzel şeyler vardı. Dünyasını değiştirecekti Vahit. Kimse –kahrını çektirmek- istemiyordu onun ve bu yüzden kırılmıştı Vahit. Yanında sadece birkaç parça eşya ve üç beş tane kitap vardı.

Vahit özerkliliğini ilan eden azınlıklar misali piçliğini ilan etti. Gittiği yerde kimseye bahsetmedi ailesinden. Herkese bi trafik kazasında öldüklerini söyledi. Vahit beyninin içinden hızlı trenler gibi gürültüyle geçen milyon tane düşünceden hiçbirini sahiplenememişti o evden ayrılana kadar. Kendini düşündü bu kez. İyi ettiğini düşündü. Hep bir başka için kurduğu empatiyi bu defa kendi için kurdu. Ne iyi ettin Vahit dedi kendine. Kimse çok yaşayıp da senin kahrını çekmesin. Yaşa be Vahit, dedi kendine. Güldü geçti.

İbrahim H. Ataş / Kahır

19 Şubat 2016 Cuma

baltalı raskolnikov'un hüznüne geçiş







siz bilmezsiniz ibrahim’in hüznü niyedir.
susamış fayton atlarına mı,
kızıl saçlı bir kadının;
omzundan aşağıya intihar eden kuşlara mı
veyahut,
mosmor olmuş elleriyle ışıkta peçete satan;
kırmızı bereli çingene çocuğuna mı..


bilemezsiniz güzel kardeşim bilemezsiniz.
niye bölük pörçüktür uykuları
sabaha kadar kaç tane kabustan uyanır kan revan içinde
niye sigarayı avucunda söndürür sabah ezanından sonra
içinde efkarlı bir türküyü niye mırıldanır sokak boyunca..


siz bilmezsiniz ibrahim’in hüznü niyedir..
niye hüzün, hüzünlü bir kelimedir..
nar niye hüzün kırmızısıdır..
bilemezsiniz.


siz bilmezsiniz ve ben ne demeye anlatmaya çalışıyorum ki ibrahim’i,
neden annesi varken annesizdir ibrahim,
ne diye her defasında babasını doğrar kumar masasında,
nereden gelir bir kutu iburamin’i içip intihara meyili,
nedir kuklalardan alıp veremediği..


bilmeyin güzel kardeşim bilmeyin,
niyedir ibrahim’in boynundan aşağıya yürüyen samsa
niye susmaz beynindeki baltalı raskolnikov
bilmeyin.



— ibrahim h. ataş

görsel: johannes kahrs

14 Ocak 2016 Perşembe

İyi Değilim






kafamın içinde sanki alelacele bitirilmesi gereken bi şantiye alanı var. sürekli beynime çivi çakıyorlar gibi bir şey oluyor. büyük iş makinalarınının sesi zonkluyor kulaklarımda. o kadar çok gürültü var ki kendimi duymuyorum, kendimi erteliyorum. sürekli yalnız kalma güdüsü doğuyor. ama buna rağmen kalabalıklara atıyorum kendimi. yalnız kalmak istiyorum ama korkuyorum. sesler var. çok ses var. 


birileri birikmiş etrafıma bağıra bağıra bir şeyler fısıldıyorlar. nefessiz kalıyorum. içlerinden bi siyahi başımdan aşağıya iskambil kartlarını savuruyor. bi kukla var. 3-4 paket sigara açmış yüzüme yüzüme fırlatıyor. bi tane kadın var. yüzü yok. yüzsüz. yalan döküyor sürekli gözlerimin içine bakarak. şişman bi adam horluyor sürekli. sırt üstü çeviriyor kızıl saçlı bi kadın bedenimi. sırtımı öpüyor. ama içime müthiş bi sancı giriyor. sanki bütün günahlarını içime akıtıyormuşçasına bir sancı giriyor. zor doğruluyorum olduğum yerden bu defa da gözlüklü esmer kısa boylu bir adam tırnaklarımı çekiyor kargaburnuyla. ses tellerim kopmuş sanki bağıramıyorum. gözlerimden simsiyah kan akıyor..


kafamın içinde kavgalar var. son üç gecedir rüyamda kendimi kabus görürken görüyorum. yatağın içinde kan revan içinde cebelleştiğimi görüyorum. odadaki kitapların aktığını görüyorum. yerler simsiyah kelimelerle dolu. kitaplığımdaki biblolar dilleniyor. hepsi bi ağızdan -sen piçsin ibrahim- diye bağırmaya başlıyor. duvardaki tablolar üzerime döküyor. başımı yastığın altına koyuyorum ama sesler kesilmiyor. avuçlarımın içi yanıyor. zor nefes alıyorum. sirkten kaçmış bi fil oturuyor düşüncelerimin üzerine.


iyi değilim.


beni toparlayın.


ibrahim h. ataş