15 Eylül 2016 Perşembe

Hira

















Küçücüktüm, inceciktim daha bugün gibi hatırlıyorum. O zamanlarda böyle zayıftım. Biraz çocuktum işte. Belki de sırf oyun oynamak için yaratılmış, güzel ellerim vardı. Biraz iyi olsam şirinleri görebilirdim klişesi. Ama iyi değil aksine kötü bir çocuktum. Ağlarken burnu akan, sıska, esmer bir piçtim. Mahallede gözümün önünde çocuklarını döverdi bazen babaları. Ben buna sadece şahit olurdum. Ben sadece küfrederdim içimden.

Dedim ya biraz çocuktum diye. Çağla ağaçlarına tırmanırken çizerdim kollarımı. Küçükken mahallenizde kolunu jiletlemiş çocuklar hep abilerimizdi. Onlardan korkardık genelde. Bu yüzden ağaçlara tırmanırken çizelen kollarımı jilet izi sanmaları hoşuma giderdi doğrusu.

Az laf yemedim o kel banka müdüründen. Bahçelerine dadandım diye. Ama kiraz başkaydı o bahçede. Hani gidip parayla almaya kalksan o kadar lezzetlisini bulamazdın. Öyle lezzetliydi.

Bir tane boş arsa vardı maç yaptığımız sokakta. O zamanlar boş arsa çoktu. Şimdiki gibi koca koca binalar daha azdı. İşte o arsada iki tane ceviz ağacı vardı biri daha fidan diğeri kocaman. O kocaman olanına inşaattan bulup getirdiğimiz beş altı tahtayla ağaç evi yapmıştık. Yan taraflarına güneşten korunmak için evden çaldığımız sofra bezleriyle filan örtmüştük. Bizim evin arkasında bir mobilyacı vardı. Onun arka kapısından kartonları toplayıp onları da yere inşaat tahtalarının üstüne sermiştik. Çok ihtişamlı değildi ama güzeldi. Neticede ilk evim. Kira ödemediğim tek evim.

Okuldan kaçtığım günlerde sürekli ceviz ağacına gidiyordum. Öyle içinde oturup saatlerce kendimi dinliyordum. Benim Hira’m olmuştu adeta. Gizli gizli ağladığım, sorguladığım, sığındığım bir alandı. Sadece bir ağaç evi olmaktan çıkmıştı. Hatta kışları bu yüzden sevmiyordum. Evim yerle bir oluyordu. Çatı akıyordu. Dallar ıslak olduğu için evime erişmem zorlaşıyordu. Soğuktu. Yapraklar düştüğü için çırılçıplak kalmış gibi ortadaydı bütün ev. Apartmanlardan gözetleniyor olabilirdim. Sığınağım yağmalanıyordu çünkü. Falan filan.

Sonra bir gün o kel banka müdürü yine kızdı bize. Uzun uzun nasihatler anlatıp, “Siz o tahtaları ağacın dallarına tutturmak için çivi kullanıyorsunuz. O çivileri ağaç evini yapmak için ağaca çakıyorsunuz. Peki, birileri size böyle canice iğne filan batırsa canınız yanmaz mı? O da bir canlı. Kendinizi onun yerine koyun” dedi.

Resmen bizi zayıf noktamızdan vurmuştu. Vicdan yapmıştık biraz. Gerçekten sağlam bir örnek verip ağaç evi şevkimizi kırmıştı. Diğer arkadaşlar için pek bir problem gözükmüyordu ortada. Onlar sadece zevk için yapmıştı zaten. Ama benim için önemliydi. Dedim ya Hira’m olmuştu benim.

Fakat yine de adam haklıydı. Aynı gün maalesef ki evi tahliye ettik. Kartonları filan yaktık arsada. Getirdiğimiz paçavraları sökerken yırtıldı çöpe attık onları. Gözümden deli gibi yaş akıyordu bunları yaparken. Sanki çelik kuvvet ekipleriyle gecekondumuza dadanmış ve vinçlerle evimi yıkıyorlardı. Ama biz kendi evimizi kendimiz yıkıyorduk ve bu daha çok yakıyordu canımı. Bütün bu yıkım işlemi sonrası çivileri sökmedik. Çivileri sökerken ağacın canı ayrı bir yanmasın diye.

O ceviz ağacını, yani Hiramı, yani sığınağımı, yani kira ödemediğim tek evimi kendi ellerimle yıktım. Bu yüzden, benden çok kimse üzemez beni..

İbrahim H. Ataş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder